Değerli Arkadaşlarım,
Kapitalist öğretide; bütün iktisadi modeller; ihtiyaçların sonsuz, kaynakların kıt olduğu varsayımı üzerine inşa edilmiştir. Bu yüzden de; uluslararası rekabete açık, modern iş idaresinde hatta kamu yönetiminde "inovasyon" kavramının önemi gitgide artmaktadır.
Bilişim, otomasyon ve teknolojilerin yetersiz olduğu 70'li yıllarda temel sorun üretimdi...Korumacılık ve yüksek gümrük duvarları sayesinde, pazarlama sorun olarak görülmüyordu. O yıllarda temel amaç; iş basitleştirme, süreç analizi, model kurma v.b yaklaşımlarla; verimliliği ve rekabet gücünü artırarak, iktisadi faaliyetlerin sürdürülebilirliğini sağlamaktı. Bu kavramlar; finans mühendislerinin, endüstri mühendislerinin ve yönetim kademesinde görev alan işletmecilerin neredeyse amentüsü olarak kabul görürdü.
Bugün, ulaştırma, lojistik ve sınırsız iletişim imkanları sayesinde siyasi sınırların ortadan kalktığı, çok farklı bir dünyada yaşıyoruz . ıktisadi hayata dair bütün paradigmalar kökten değişmiştir. Bu yüzden yeni kavramlara ve yeni bakış açılarına ihtiyaç duyuluyor. şimdilerde buna inovasyon deniyor.
OECD ile Eurostat’ın birlikte yayınladığı Oslo Kılavuzu'nda inovasyon şöyle tarif edilmiş: “ınovasyon, yeni veya önemli ölçüde değiştirilmiş ürün (mal ya da hizmet), veya sürecin; yeni bir pazarlama yönteminin; ya da iş uygulamalarında, işyeri organizasyonunda veya dış ilişkilerde yeni bir yöntemin uygulanmasıdır.”
Özetle inovasyon; her türlü mal ve hizmet üretiminde var olan mevcut süreçleri devrimci bir bakış açısıyla yeniden gözden geçirip; sorunlu alanları sistemden ayıklamak, onların yerine de yeni kurallar ya da yeni yöntemler koymaktır.
ınovatif bir bakış açısıyla; değerleme hizmet süreçlerine baktığımızda, mevcut sistemin hiç bir bilimsel araştırmaya ve hiç bir istatistiki veriye dayanmadan tamamen el yordamıyla düzenlendiğini ve düzenlenmeye çalışıldığını çok net bir şekilde görürüz.
ılk soru şu; TDUB üyesi lisanslı değerleme uzmanları Türkiye'de yerleşik bankaların , bütün taşınmaz değerleme taleplerini 48 saatlik süre içinde karşılamak zorundalar mı?
Cevap: Hayır değildir. ımtiyaz şekerine bulanmış bu hukuksuz dayatma, alt yapıları, insan kaynakları ve sermayeleri yetersiz lisanslı değerleme şirketlerini önce “ outsourcing” tuzağına düşürmüş, ardından da topyekun sahtekarlık ve düzenbazlık batağına sürüklemiştir. Bu uygulamadan derhal vazgeçilmelidir.
ıkinci soru; BDDK, 2011 yılında SPK lisanslı değerleme şirketlerine, değerleme yapma imtiyazı verirken ya da bu kararı alırken kiminle müşavere etmiştir ve bu stratejik kararı hangi istatistiki verilere dayandırmıştır?
Buna bağlı olarak bir diğer soru ise; 2001 Yılından bu yana, SPK idaresi taşınmaz değerlemesi alanında hukuki düzenlemeler yaparak, lisanslama çalışmalarını başlatmışken; BDDK idaresi, hangi gerekçelerle, taşınmaz değerleme sürecine müdahil olmuş ve sistemi sulandırmıştır?
Cevap: Bunun mantıklı bir cevabı yoktur. Farklı iki kamu kurumunun aynı alanda veya aynı konuda birbiriyle çelişen farklı uygulamalar yapması ve farklı düzenlemeler getirmesi kamu kaynaklarının israfıdır. Bu husus; TBMM ve SAYIşTAY tarafından etraflıca araştırılması gereken bir hadisedir.
Üçüncü soru; Türkiye'de yerleşik yerli ya da yabancı sermayeli finans kurumları ve bankalar; hem kredi veren taraf, hem de değerleme ihalesi açarak ve kendi şartnamelerini dayatarak taşınmaz değerlemesinin bağımsızlık ve tarafsızlık ilkesini ihlal etmelerinin yasal ve makul bir gerekçesi var mıdır?
Cevap: Hayır yoktur. Bu uygulama, Türk mevzuatına girmiş olan, SPK ve BDDK idareleri tarafından referans alınan, genel kabul görmüş uluslararası değerleme standartlarına aykırıdır. Bugün itibariyle; Türkiye’de taşınmaz teminatı karşılığı verilen kredilere mesnet teşkil eden hiçbir değerleme raporu, gerçek manada bağımsız ve tarafsız olarak hazırlanmamıştır. Sistemin bizatihi kendisi, değerleme sürecini farklı yorumlayan şartnamelerle, ihale aşamasından kontrol aşamasına kadar değerleme uzmanlarının hazırladığı raporlara müdahale etmeyi ve nihai rapor sonuçlarını değiştirmeyi olağan bir durummuş gibi kabul etmektedir. şaibe, şirketler, uzmanlar ya da finans kurumlarından değil sistemin bizatihi kendisinden kaynaklanmaktadır.
Dördüncü soru; bütün bu toz duman arasında, bütçeden milyonlarca lira tahsisat alan BDDK, SPK ve T.C Merkez Bankası idarelerinin, hatta TDUB yönetiminin elinde; son 3 yıl içinde; benim hangi bankaya, hangi lisanslı şirket aracılığı ile, kaç tane rapora imza attığımı yahut ta bilgim ve onayım dışında adımın ve imzamın kullanıldığını gösteren istatistiki bir veri var mıdır?
Cevap: Hayır yoktur. Ne TDUB, ne SPK ne de BDDK idarelerinin kayıtlarında; Türkiye’de hangi uzmanın, hangi bankaya, kaç tane rapor düzenlediği ve imza attığının kaydı yoktur. Bu temel bilgi ve istastiki veri olmadan ne TDUB ne SPK idaresi hiçbir sağlıklı düzenleme yapamaz. Eğer, böyle bir veri tabanı var ve kamuoyundan gizleniyorsa bu durum dahi başlı başına bir suç konusu olur...
TAKBıS olayında, TDUB yönetiminin düştüğü güç durumun esas nedeni; bizlerin ısrarla sahtekarlık ve düzenbazlık dediğimiz olayların farkında olmadıklarından kaynaklanmıştır. Değerleme mesleğini bilfiil icra eden bizler; sistemde süregelen çarpıklıkları, sahtekarlıkları ve düzenbazlıkları hiç kimseden çekinmeden yazılı olarak ifade ettik ve etmeye devam ediyoruz. Mevcut TDUB yönetimi ise; bütün bunları dile getirdiğimiz için; şahsımı TDUB, SPK ve BDDK idarelerine HAKSIZ ıTHAMDA bulunmak ve ıFTıRA ATMAKLA suçlayarak , bana disiplin cezası vermeye teşebbüs etti. Bugüne kadar edindiğim tecrübelere göre; gerçek profesyonel iş dünyasında; iki temel kural vardır. Başarı ödüllendirilir, hata yapan yönetici ise bunun bedelini öder...Bu süreçte dahi, bizatihi TDUB yönetiminin kendisi, TDUB disiplin yönetmeliğinin 21. maddesini alenen ihlal etmiştir. TDUB yönetimi, şayet dönem sonuna kadar göreve devam etmek istiyorsa; bu konuda, mutlak surette özeleştiri yapmak zorundadır.
SONUÇ: Lütfen, sorunlara çözüm ararken; bize dayatılan, önümüze konulan hiçbir haksız ve hukuksuz uygulamaya; sanki “ Allah’ın Emri” gözüyle bakmayalım. Kanun maddeleri de dahil, hiçbir kurala, tebliğe körü körüne bağlı kalmadan, beynimizi tamamen özgür bırakarak bağımsız ve yaratıcı düşünelim. Aksi takdirde; hepimiz, “ öğretilmiş çaresizlik” tuzağına düşerek, kısır döngü içinde döner dururuz.
Nasıl ki bankalar; işlerine gelmeyen il ve ilçelerde şube açmıyor ve hizmet götürmüyorsa, TDUB mensupları da bankaların bütün değerleme taleplerini 48 saat içinde karşılamak zorunda değildir. Malum BDDK kararının hiçbir bilimsel, hukuki ve mantıklı bir temeli yoktur. Bu karar, tümüyle afaki gerekçelerle alınmıştır. BDDK idaresi, dürüstçe bu kararın gerekçesini , hangi verilerle ve hangi hukuki ve bilimsel gerekçelerle temellendirdiğini Türk kamuoyuna açıklamak mecburiyetindedir.