Sadi Bey,
Haram para tatlıdır. Ama, bereketi olmaz. Haydan gelen huya gider…
Olayın, hukuki ve cezai boyutu harfi harfine bahsettiğiniz şekildedir. Hadisenin bir de ekonomik boyutu var. Biz meslek mensuplarının, mütemadiyen maruz kaldığımız bariz hak ve hukuk ihlallerini iyi analiz edebilmek için, meselenin iktisadi boyutuna da bakmak gerekir. Burada en belirleyici unsur; yukarıda zikrettiğim gibi, kolay ve zahmetsizce kazanılan haram paradır.
SPK ve BDDK’nın sağladığı orantısız” imtiyazlar” sayesinde; değerleme sektöründe, de-facto sayılabilecek OLıGOPOL bir piyasa oluştu.
Yıllık ciro miktarı takriben yıllık 250 milyon lira…”Takriben” diyoruz, çünkü; sektörle ilgili hiçbir istatistiki veriye ulaşamıyoruz. Bu rakam, gayri safi milli hasıla içinde ciddiye alınamayacak kadar küçüktür. Yine tahminlerimize göre; bu cironun %75’ine tekabül eden, yani 190 milyon lirası, sayıları 20-25 arasında olan lisanslı şirketler tarafından paylaşılmaktadır. Geriye kalan 60 milyon lira ise, yedek kulübesinde oturan – çoğu, bizler gibi taşeronluk yapmaktadır- sayıları 90 ila 100 kadar lisanslı şirket arasında pay edilmektedir.
Açık, şeffaf ve her an hesap verebilir kişi ve kurumların faaliyet gösterebileceği “sözde” sermaye piyasalarına tabi bu sektörde; açıklığın A'sı, şeffaflığın ş'si denetimin de D'si yoktur. Her yıl kaç adet rapor düzenlendiği, bu raporların hangi şirketler üzerinden geçirilerek, hangi uzmanlar tarafından imzalandığı, şirketlerin ne kadar ciro elde ettiği ve ne kadar vergi verdikleri, gerçek hissedarlarının kimler olduğu, karlılık oranları, istihdam istatistikleri ve benzeri verilerin de SPK KANUNU ve TÜRK TıCARET KANUNU gereği, kamuya açık ve şeffaf olması icap eder.
Başlangıçta; amme menfaatleri gözetilerek ihdas olunmuş bir meslek kolu; gelinen noktada, kamu hizmeti ifa etme misyonundan git gide uzaklaşarak, imtiyazlı ticari şirketlerin “Pazardan Pay Kapma” savaşına dönüşmüştür. Pazarın hacmi, bu savaşın daha da ahlaksız, namussuz, acımasız , gaddar ve vicdansız olmasına neden olmaktadır. Bu yüzden, hiçbir kurala riayet edilmemektedir.
Hasbelkader, uzun yıllar uluslararası faaliyet gösteren yabancı sermayeli şirketlerde yöneticilik yaptım. Karargahlara yakın konumda olduğumdan, olup bitenlerin hep farkında oldum. Alman ya da Amerikan sermayeli büyük ölçekli bir şirkette; herhangi bir konuda, müşterilerle ya da tedarikçilerle bir ihtilaf vuku bulduğu zaman, ilk bakılacak yer “sözleşmedir.” Sözleşmede, şayet açık bir hüküm varsa; kimse kimseye, “ben bunu uygulamıyorum, git mahkemeye ver.” Demez. Ya da, yaptığınız bir uygulamada veya aldığınız bir kararda; “kanunun falanca maddesine göre” dediğiniz vakit, o tartışma bıçak gibi kesilir.
Küreselleşme olgusu, bütün toplumları ciddi bir ayrışmaya zorluyor. Ya hukuk devleti olur, saygın milletler ailesi içinde yerinizi alırsınız ya da ceberut devlet olur şamar oğlanı muamelesine layık görülüsünüz. Devletinize terör çetesi, vatandaşlarınıza hamamböceği muamelesi yapılarak, sizi hiç kimse insan yerine koymaz.
Sonuç itibariyle; mevcut TDUB yönetiminin, TKGM’nün yayınlamış olduğu bahse konu genelgeyi duyurmaması, müspet veya menfi bir açıklamada bulunmaması ve en nihayetinde de üyesi olmayan 3. şahıs gerçek kişilerin isimlerini listeden çıkararak uygulamamasının; bırakınız kanunsuz ve hukuksuz olmasını, hem biz üyelere hem de muhatap TKGM’lüğüne yapılmış bir saygısızlık olarak addedilebilir.
Umarım, Yönetim çok yakın bir zamanda bu konuyu gündemine alarak, gereken açıklamaları ve icraatları yapar…
Saygılarımla,
A.Mesut Tatlıpınar